KPMG Turkey Publications | Page 31

Bölüm I: Ulusal Düzeyde Sorumlu Vergicilik Kanunu’nun sınırları çizmektedir. Burada belirtilmesi gereken, idarenin yorum yetkisinin kullanımının kıyas yasağını zedeleyecek sınırlara ulaşmaması gereğidir. “Gelirin vergi mevzuatımızda ekonomik anlamda tam olarak tanımlandığını ve üniter bir beyannameyle tüm gelir unsurlarının beyan edildiğini söylemek son derece zordur.” Eşitlik İlkesi Eşitlik ilkesini en başta yatay ve dikey eşitlik olarak ikiye ayırıp analiz etmemiz daha faydalı olacaktır. Yatay eşitlik ilkesine göre aynı düzeyde gelir elde eden mükellefler, eşit vergi ödemelidirler. Bu ilkenin mutlak olarak uygulanabilmesi için, vergilendirilebilir gelirin ekonomik anlamda tanımının tam anlamıyla yapılması ve salınacak verginin matrahının bu gelirin bütün öğelerini (parasal/ parasal olmayan, maddi/maddi olmayan ve gerçekleşmiş/gerçekleşmemiş) kapsaması gerekmektedir. Bunun yanı sıra her tür gelir öğesinin üniter bir vergi beyannamesinde yer alması sağlanmalıdır. Gelirin vergi mevzuatımızda ekonomik anlamda tam olarak tanımlandığını ve üniter bir beyannameyle tüm gelir unsurlarının beyan edildiğini söylemek son derece zordur. Mevzuatımızda yer alan ve sayıları gün geçtikçe artan muafiyet ve istisnalar yatay eşitliği zedelemektedir. Vergilemede dikey eşitlik ilkesi ise farklı gelir seviyelerindeki mükelleflerinin farklı vergi ödemelerini ifade eder. İlke uyarınca gelir düzeyi yüksek olan mükellefler, düşük gelirli mükelleflere göre daha fazla vergi ödemelidirler. Gelir Vergisi Kanunu’nun 103’üncü maddesinde karşımıza çıkan ve %15 ile %35 oranları arasında yer alan artan oranlı tarife dikey eşitlik ilkesinin en önemli tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Vergisel teşviklerden yararlanan mükelleflerin kendilerinden daha az kazanan mükelleflere kıyasla daha az vergi ödediği durumların bu ilkeyi ciddi olarak zedelediği gözden uzak tutulmamalı ve vergisel teşvikler ihdas edilirken bu ilkeye riayet sağlanmalıdır. “Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” 1961 Anayasası’nın 12’nci maddesinin bu hükmü ile eşitlik ilkesi Türk Anayasal hukuk sistemindeki yerini ilk kez almıştır. 1982 Anayasası 10’uncu maddesinde bu hükmü daha da ayrıntılı bir biçimde tekrarlamıştır. Anayasa’nın 73’üncü maddesindeki “Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” hükmü, yukarıda vurguladığımız eşitlik ilkesinin özellikle yatay eşitlik tarafına işaret etmekte ancak bu ilkenin de vergi hukuku bağlamında mutlak bir eşitliğe işaret etmediğini göstermektedir. 73’üncü maddeye göre, vergi ödemek bakımından herkes kanun önünde eşittir ve vergi yükümlülüğü bakımından dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler farklı muamele için gerekçe olamayacaktır.3 Ancak yasama organı vergilemeye ilişkin kuralları ihdas ederken ödeme gücünü dikkate almak zorunda olacak ve bunun için mekanizmalar geliştirecektir. Yasama organı vergi yükümlüleri ve/veya vergi konuları bakımından ortaya çıkan fiili eşitsizlikleri dikkate alacak ve gerekli noktalarda ayrıcalıklar tanımlayacaktır. Diğer bir söyleyişle yasama organı