Draje Dergi Draje Dergi || İsyankâr Draje | Página 2

Ateşten Draje İllüstrasyon Demet Özge Aykan Ç ok sıkılıyoruz. İçimizin dışımıza taşası var adeta. Diyelim ki okul var. Dersler, sınavlar, baygın bakışlar, sulu şakalar, O kıyafet neden öyle? Bu saçlar ne? Rahat, hazır ol... Hazır ol... Omuzlar dik, göğüs ilerde... Hayır kızlar, size demedim. Siz eteğinizi çekiştirin biraz... Ya da iş var diyelim... Ya da işsizlik... Her gün aynı, her yer beton... Uçup gidesin var ama kanatların kırık. Çok sıkılıyoruz... Alıp başını gidesin var ama kaçacak yer yok artık. Şurada bir dere kenarı vardı. Orada bir ağaç altı... Akdeniz’de bir kumsal, Ege’de zeytin bahçesi, Karadeniz’de yayla... Sonra her şeyi bilengillerden biri çıkıp Bob Ross edasıyla şunları söyledi: “Belki şurada bir hidroelektrik santrali vardır. Şurada küçük mutlu alışveriş merkezlerimiz olsun. Şuraya da bir beton yığını dikelim, içinde itaatkâr insanlar yaşasın...” Artık her şey gri... Yeni ülkeler bulasın var, yeni ufuklara yelken açasın... “O zaman şuraya batık bir mülteci botu bırakalım. Etrafında mutlu köpek balıkları yaşasın. Belki şurada çatırdamakta olan bir uygarlık vardır. Az ötede iklim krizi...” Ama hala çok sıkılıyoruz. Farkında mısınız kaç zamandır distopik romanlar yazılmıyor. İçimizin dışımıza taşası var ama dışarısı boylu boyunca gri. Söylesenize nereye kaçabilirsiniz? “Belki içimize bir alışveriş merkezi oturmuştur ve hayal reyonu ateş pahası.” “Belki şurada hiç tanımadığımız bir adam vardır ve bize ne yiyip ne yiyemeyeceğimizi, ne içip ne içemeyeceğimizi, ne giyip ne giyemeyeceğimizi buyuruyordur. Şurada bir sansür kurulu olsun. Az ilerde ahlak polisi...” Artık neyi, ne zaman, nasıl yapacağınızı başkalarından dinlemek zorundaysanız, kapınızın önüne distopya yazarları için de bir kutu mama bırakma zamanı gelmiş demektir. Kafa kesicilerle iç içe yaşıyorsanız korku filmi yapımcıları için de bir tas su bırakın. Hayatın gerisinde giden bir sanatı kim ne yapsın sahi? Eskiler küçük, pembe panjurlu evler hayal ederlermiş. Etrafta oynayan bıcır bıcır çocuklar... Şimdi yirmi katlı beton bloklarda duvara bakıyoruz ve o bıcır bıcır çocuklara beşer onar tecavüz ediliyor. Her yer karanlık! Eskiden yıldızlar vardı ama dünya küçülürken evren genişliyor. Belki önümüzü görmek için ateş yakmak lazımdır. Bir cismi belli bir basınç altında tutarsanız o cisim patlar. Ve biz çok sıkılıyoruz. “O zaman şuraya bir sokağa çıkma yasağı koyalım. Az ötede bir TOMA boyalı su püskürtüyor olsun. Şuraya, gözünüzü çıkarmak üzere olan şirin bir gaz kapsülü çizelim. Ense kökünüze inen bir cop... Kafanıza bastıran sevimli bir postal... Her yer çok gri olduysa şurayı biraz kırmızıyla renklendirelim. Az önce pekmeziniz akmış olsun.”